Cemal Süreya siir üzerine birçok degerlendirmelerde bulunmasina ragmen genel bir siir tarifi yapmamistir. Baska sairler tarafindan yapilan tanimlamalari degerlendirir. Süreya’ya göre her siir taniminin, bakis açisina bagli bir dogrulugu vardir.siire bakislar farkli farkli olsa da Süreya her anini siirle yasayan, ince eleyip sik dokuyan ve az üreten bir sair. Düsüncesinde öne çikardigi özellik, siir eyleminin odaginda insanin olmasidir:
“Pasternak’a göre siir, kisinin ayaginin altindaki otlar, çiçekçiklerdir, onu koparmak, eline almak için biraz egilmek yeter. Brodski öyle düsünmüyor. Ona göre siir göklerle bir iletisim olanagidir. Meleklerle iletisim kurarsiniz. Bu iki tanimin ardindaki somut gerçegi düsündüm. ….. Sanirim, Pasternak siirin her yerde ve küçük seylerde oldugunu söylüyor; Brodski ise yetenegi öne getiriyor. İkisi de bir yerde dogru, ama birbiriyle karistirilmamasi kosuluyla. siir ne biliyor musun? Bir an. Ve bütün bir tarih tadi, insan girisimi, mutluluk çeliskisi…”
Ona göre siir, hayattir. Hayatin özüdür. Hayatin her seyidir. siirle ilgilenen herkes, basta sair, hayati her seyden çok tanimali ve bilmelidir:
“siir hayatin köpügüdür.Çagin, hayatin, bütün bilgilerin. ….. siir için hayat deneyimi gerek, düsünce, iletisim gerek, her seyeuzanmak gerek.”
Süreya, baska bir yazisinda siir ve hayati söyle iliskilendirir: “Hayatin güncelligidir, hayatin gazetesidir siir.”
Süreya’ya göre sair, gerçegi güzel, çirkin, aydinlik, yalin, karisik taraflariyla anlatir. Yani sair hayati anlatmalidir. Bu yüzden siir hayata benzer. İnisli çikislidir. Asla mutlak olamaz:
“Bence siir ve ask; bunlarin ikisi de gayri-mesrudur. Mesru duruma gelince ikisi de biter. Mutlulugun siiri yazilamaz. Masallarda bile sevgililer birlesince masallar biter. siir, temizler ve aritir. Kendisi de biraz kirlidir. Son derece temiz duygularla siir yazanlar bence bir temizlik islemi yapiyorlardir o kadar. siir duygularla degil sözcüklerle yazilir.”
Süreya’nin dile getirdigi, Yahya Kemal’in de kullandigi “siir duygularla degil sözcüklerle yazilir” sözü aslen Malarme’ye aittir.
Süreya, siiri toplumla iliskilendirir. siir toplumun aynasidir. Toplum dehasi siirde sekillenir. İnsan ve toplumdaki degisim siire akseder:
“siir bir toplumdaki ökeligin en uç, en ari görünümüdür. Geriye dogru bakildiginda bir toplumun öyküsünü siirde bulup izlemeyi seven düsünürler de çogaliyor günümüzde. Tarih, insan degisimlerinin ayiklayici bir öyküsüyse, siir de bilesik bir anlatimidir.”
Süreya, sairin düzene karsi çikan, onu elestiren ve yargilayan bir kimse oldugunu söyler. Dolayisiyla siir de düzene muhaliftir: “siir bir karsi çikma sanatidir.”
Bu muhalif tavir onu yüreklendirir. Kimsenin söyleyemediklerini söyleme cesaretini ona verir:
“siir, her seyi söyleyebilmek sanatiydi, her seyi açabilmek sanatiydi.” Süreya, her siiri kendi bütünlügü içinde degerlendirir. Kendisine denemelerinde kendi siirinin ilkelerini mi yoksa siirin genel kurallarini mi sergilemeye çalistigi sorusuna verdigi yanitta ilkelerden, kurallardan hareket etmedigini açiklar: “siirin, yerine getirilen kurallarindan degil, bozulan kurallarindan söz edilebilir ancak.”
siir bir aynadir. Dünyanin veya ülkenin içinde bulundugu durum siire akseder: “siir bir öncüdür; ama daha dogrusu bir yansi.”
Süreya’ya göre siir halktan kopuk olmamalidir. Kimsenin anlamadigi bir siir kabul edilemez: “Aslinda siir, dil içinde bir dildir ama kusdili degildir.”
siir, baska seylere alet edilemez. Diger sanatlar gibi faydaci bir perspektiften degerlendirilemez. Özellikle eglence araci olamaz: “siir, eglence niteligini hiç tasimayan bir sanat”
Sonuç olarak, Cemal Süreya, siiri insan dahiliginin yansimasi olarak degerlendirirken sairin hayat deneyiminin siire aksettigini söyler. Onu, toplumdan, toplum sorunlarindan özellikle tarihten ayri görmez. Ona göre, düzen siire düsman bir yapidadir. siirse düzene isyan görevini üstlenir. Süreya’ya göre siirde eglence özelligi hiç bulunmaz.
siir üstüne kafa yormak
Süreya, siir üstüne çok düsünmüs, “kafa yormus” entelektüel bir sanatçidir. “siir üstüne kafa yormak”tan ne anlamaktadir sair?
“siir üstüne kafa yormaktan ben siirin nasil olmasi gerektigini anlamiyorum.Bir sanat üstüne kafa yormak, o sanatin ulastigi son ucu eski, yeni bütün serüvenlerin zenginligi içinde algilamak, tartismak demektir.”
Süreya, “siir söyle olmalidir!” diye ahkâm kesenleri, siirin nasil olmasi gerektigi hususunda atip tutanlari umursamaz. Çünkü bunlar dayanaksiz konusmalardir. Bir kere siir söyle olmalidir, demek Süreya’ya göre, çikis noktasini hiçbir delile dayandirmadan konusmaktir. Neye göre siir böyle olmalidir? Süreya’nin temel aldigi ölçü siirin son asamasidir. Bu asamaya göre geçmis siir degerlendirilebilir. Hatta bu asamadan hareketle gelecekle ilgili yorumlar yapilabilir.Ama asla söyle olmalidir, denilemez:
“Var olan siir üstünde, daha dogrusu onun üstünden düsünmek asildir. Bununla, yarinin sirinin nasil olacagi konusunda düsünmemeliyiz demek istemiyorum. Gelecegin siirinin düsünürken de asil bugünün siiri içinde birtakim karsilastirmalar yapiyoruzdur. Yazilmakta olan siirin türlü kosullar içinde evrimini, olasiliklarini gözlüyoruzdur. Çikis noktamiz yine bugünkü siirdir, yazilmakta olan siirdir. Yine o vardir temelde.”
Yapilan çalisma, simdiki -son- siirden hareketle bütüne, geçmise, gelecege bir hüküm bildirmelidir. Olmayan bir siir üzerine konusmak yersizdir:
“siir üstüne kafa yoran kisi tümevarimci bir tavri üstlenmek zorundadir. Ama bunu yaparken, bir kere, bastan, siirin ulastigi son noktayi, siirin bugünkü sorunlarini kavramis olacaktir. Geriye dogru ‘ex post’ yorumunu da, ileriye dogru ‘ex ante’ devinimini de bu noktadan yapacaktir. Var olmayan, bugün yazilmayan, simdiye dek de yazilmamis bir siir elestirilemeyecegi gibi, öyle bir siire buyruklar da verilemez.”
Süreya’ya göre siir üstüne kafa yorarken alt yapinin kuvvetli olmasi gerekir. Yani “Yazar bunu yaparken, ister istemez siirin bütün eski serüvenleriyle de zenginlesecektir.”
Süreya, siir üstüne kafa yormanin iki temel sarti oldugunu söyler:
“Bir kere yazilmakta olan siirin en son ulastigi ucu bütün sorunlariyla kavramis olacaksiniz; ikinci olarak, ancak örnegi olan siirler üstünde düsüneceksiniz.Bugünün bir yazari olmak için bu iki geregi yerine getirmek zorundasiniz. Yarin yeni bir siir yazilinca, yarinki yazar da siire o uçtan bakacak. Eskiyi de, gününü de ordan görecek. Böylece siir sanati sürekli olarak, kendini yukardan asagiya dogru gözden geçirecek, elestirecek, degerlendirecek.”
Özetle, Cemal Süreya, siirin son ucunu eski yeni bütün serüveni içindealgilamaktadir. Hareket noktasi varolan son siirdir. Geçmise yönelik degerlendirmeler,gelecege dair tahminler buradan hareketle yapilir. Ona göre, olmayan bir siir üzerine kafa yorulmaz. siir üstüne kafa yormanin iki sarti vardir. Bunlar: siirin son ulastigi noktayi iyi kavramak ve var olan siirden hareketle konusmaktir.Cemal Süreya’nin siir görüsleri, “siir üstüne kafa yoran” bir sairin degerlendirmeleridir.
siirde eskime ve kalicilik
Süreya’nin dilegi az sayida siirle de olsa gelecege kalmaktir: “Üç siirim taze kalsin, ilerde de okunsun, yeter bana. Ayrica su: Eskimemek degil, eskiyebilmek de önemli. Asil büyük yapitlar, eskiyebilmis yapitlardir.”
Süreya, siirin kalici olmasina önem verir. Sadece yazildigi döneme degil gelecek nesillere de bir seyler ifade etmelidir siir: “siirlerin hangi kosulda yazildigi degil, su anda bir sey ifade edip etmedigi önemli.”
Zaman ilerledikçe siiri iki tür akibet bekler. siir, ya antik deger kazanir, ya da yok olur gider. siirin kitlelerle iletisim gücü, bu akibeti belirler:
“Eskime, siirsel iletisim içinde geçerliligini yitirme demek. Ama iki türlü eskime var. Yapit eskir; antik deger kazanir; donsa da bir isiltisi vardir. Bir de, yapit eskir ve yok olur. Yahya Kemal’in bazi siirlerini birinci duruma, Yusuf Ziya Ortaç’in hemen bütün siirlerini ikinci duruma örnek gösterebiliriz.”
Süreya siirsel planda kaliciligin dil araciligiyla olacagini savunur. Türkçe çok hizli bir degisim geçirmektedir. Muhtesem bir gelenege sahip olan Divan edebiyati genç kusaklarca taninmamaktadir. Belki günümüz sairleri de ileriki asirlarda sadece isimleriyle kalacaktir. Gelecegin dilini siirinde yakalayan sair, kalicidir:
“Gelecegin dilini görebilmek önemli, görenler var. Karacaoglan görmüs. Yahya Kemal görmüs, ama Ahmet Hasim görmemis sözgelimi. Nâzim Hikmet çok iyigörmüs.”
sair kendi siirini degerlendiremez. Çünkü tek bir perspektife sahip olabilir: “İnsan kendini taniyamaz ki… Kisi aynada yüzüne bakinca bir görüntü görür; ama bir yerden görür aslinda; kendini arkadan görme olanagina hiçbir zaman ulasamamistir. Yani kisi bir baskasi olarak kendine bakamaz diyorum.”
sairin degeri kendisi tarafindan belirlenemeyecegi gibi çagdaslari tarafindan da,tam anlamiyla, belirlenemez. Degerlendirmeler gelecege aittir. Birçok sair, yasadigi dönemde çok büyük begeni toplamistir. Ama ilerleyen zamana kalici bir iz birakamadigindan ismi silinir. Bazi sairler de zamanlarinda begenilmemelerine ragmen gelecege öncü olurlar. Sonuçta kalicilik, siirsel iletisime dayanir:
“İnsan kendi siirini degerlendiremez. Kendi sesini degerlendiremez. Bunun için sanatçinin kendini savunmaya geçmesi gereksiz ve bos bir istir. Sanatçi için gerçek yargiyi çogunca çagdaslari da veremiyorlar. O yargi gelecegindir.”
Kisacasi, Cemal Süreya, siiri iki türlü akibetin bekledigini söyler. Bunlar, siirin yok olmasi veya antik deger kazanmasidir. Ona göre, siirin iyi veya kötü olmasi gelecek zamanlarda verilebilecek hükümlerdir.
siir – tiraj iliskisi
Süreya’ya göre tiraj bakimindan siir ile roman arasinda farkliliklar vardir. İlki, kitapevlerinin olaya ekonomik yönden bakmasidir:
“Kitapçilarda siir kitaplarina sunun için rastlamiyoruz, kitapçilar almiyor, dagitim sirketi almiyor, satisi yok diye. Her kitapçi istedigi kitabi sattirabilir, böyle bir gerçek de var.”
Diger yön, siir kitabi az sayida baski yapsa da okuyucu onu okumak için alir.Roman böyle degildir. Roman alan okuyucunun farkli amaçlara sahip olmasi bu türün fazla satilmasina sebep olur:
“Romani vakit öldürmek için alan da vardir, sirf ödül kazandi diye alan da vardir, entelektüel olusun bir simgesi olarak çantasinda görünsün diye alan da vardir.”
siirde ise durum farklidir. siir kitabi satin alan sadece siir okumak için alir. Baska gayesi yoktur:
“siiri okuyan, siire gerçekten gereksinmesi varsa okuyor. O bakimdan, siiringerçek tiraji ile görünen tiraji arasindaki mesafe çok azdir. Derler ki siir az satiyor, siir kitaplari az basiliyor. Gerçekten de siir kitaplari bugün bizim ülkemizde 2-3 bin basiliyor. Romanlar da, öyküler de 3 bin, 4 bin…” (Süreya 2002: 194) “Ama tüketimi en net olan sanat yine siir.”
Bu noktada sayi-kalite ayirimina iyi varilmalidir. Gerek siir gerek roman olsunhangisi daha iyidir? Az satip çok okunma mi, çok satip az okunma mi? Süreya, siirden yanadir. Az satilan ama çok okunan siirden:
“Ortalama alirsak roman 4 bin, siir bin 500 basilir. Bu, siirin az sattigini degil, romanin az sattigini gösterir. Neden? Bir kere siirinki gerçek tiraj, o kitabi alan herkes siir okur.”
siir kitaplarinin satisi romana göre düsüktür. Bu bilgi, siirin en az talep gören sanat oldugu anlamina gelmez. siiri sadece kitap satislarina göre degerlendirmek yanlistir.
“İnsan bir romani bir kez okur, iki kez, bes kez okur. Ama sevdigi, aklinda tuttugu dizeleri bin kez. On bin kez.”
İnsanlara en fazla hitap eden sanat, siirdir. En fazla kullanilan, tiraj yapan sanat da siirdir:
“siir en çok okunan, tiraji en yüksek sanattir. Sadece su dakikayi düsün. su dakikada kimbilir kaç kisi Yahya Kemal’den, Nâzim’dan dizeler söylüyordur. Biri sevgilisine Oktay Rifat dizesi uzatiyor, biri Can Yücel lâfi ediyor, biri Fuzuli söylüyordur. su anda kimbilir dünyada Homeros adi kaç bin kez kullaniliyor. siirin yayginligini kitap tirajiyla ölçmek çok yanlis bir sey. Esref bile kaç milyon tiraj yapmistir! Orhan Veli?”
Özetle Süreya, siir kitaplarinin sadece okunmak gayesiyle satin alindigini ifade eder. Bu yüzden kitap satisi ile bu kitabi okuyanlarin sayisi paraleldir. O, az satilan ama çok okunan siir kitaplarini arzular.
siir kitabi
Süreya, her siiri kendi içinde bir bütün ve ayri bir yapit olarak degerlendirir. “Her siir ayri bir yapittir. Ne dermis Poe: ‘Yetmis bes siirim var; her biriyle ayri yapitlar olarak gönenirim’”
Süreya, siir kitaplarinin ayri ayri basilmasindan yanadir. Çünkü “her siir ayri bir yapittir.” Her bir siir kitabi da ayri bir kisilige, tarza sahiptir: “Ben tek tek kitaptan yanayim.Her kitabin ayri bir havasi, ayri bir kisiligi var.”
Süreya, iyi bir eserin özelliklerini söyle siralar: “Bence bir kitapta iyi birkaç siir varsa, bir de genellikle bir tutarlilik, bütünlük varsa, o kitap iyi bir yapittir.”
sairlerimizin eserleri önce dergilerde basilmis, sonra kitaplastirilmistir. AhmetHamdi Tanpinar 60 yasindayken, Ahmet Muhip Diranas 65 yasindayken siir kitaplari basilmistir. Yahya Kemal, Cenap sahabettin, Kemalettin Kamu, Mustafa Seyit Sütüven gibi birçok sairimizin siirleri ölümlerinden sonra kitap haline getirilebilmistir. Süreya, buradan hareketle edebiyatimizin basat faktörünün kitaplar degil dergiler oldugunu vurgular.
“Ne olursa olsun, yukardaki örnekler ülkemizdeki edebiyatin biriminin kitap degil dergi oldugunu gösteriyor. Kitaplasan ürünler hemen her zaman daha önce dergilerde yayimlanmis oluyor.”
Sonuç olarak Süreya, her bir siiri kendi içinde bir bütün olarak degerlendirir.Tutarlilik, bütünlük ve kalici birkaç siir, iyi bir siir kitabindan bekledigi özelliklerdir.Ona göre her siir kitabinin bir bütünlügü vardir. Bununla beraber Türk siirindeki atilimi dergilerin yaptigini söyler.